İSTANBUL SOKAKLARINDA
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Elbette ki İstanbul, tüm mahvetme çabalarına rağmen, hala dünyanın en güzel şehri.
İçinde yaşarken bunu unutuyoruz.
Geçenlerde Malezyalı ve İrlandalı misafirlerimizi gezdirirken yeniden aşık oldum bu kente.
Her yaşa, her kültüre, her sosyoekonomik sınıfa, her ruh haline uygun bir gezme rotasına sahip bu şehir.
John ve Wyman ile 10 günlük İstanbul sokaklarını keşfetme maceramızın, bir gününü aktaracağım size.
Geziye Eminönü’nden başlamak işin olmazsa olmazı…….
İş Bankası binası ve müzede yer alan ” Cumhuriyetin ekonomik hayatı nasıl başladı” isimli sergi ilk durak olsun.
Her biri birbirinden güzel binalar. Meydanın simgesi Yeni Cami.
Cıvıl cıvıl dükkanlar. Aklınıza gelebilecek her şeyi burada bulmak mümkün.
YORUMSUZ
Sırada Kapalı Çarşı var. Her sokağında hala yeni bir şeyler keşfedebiliyorum.
Ne yazık ki sahaflar çarşısı çok değişmiş. O eski dükkanlar yerini dini yayınlar satan tezgahlara bırakmış.
Süleymaniye’ye doğru yürümeye devam ediyoruz. Her binanın bir hikayesi var
VE SÜLEYMANİYE CAMİ
Çok güzel bir uygulama başlatmışlar. İbadet etmek dışında, camiye girecekler için ayrı bir kuyruk var. Bu sıraya girdiğinizde size kapıda başörtüsü veriyorlar. İlk kapıdan geçtikten sonra da duvara monte edilmiş poşet ruloları var. Ayakkabılarınızı çıkarıp poşete koyabiliyorsunuz. Böylece kapı önünde yığılmış ayakkabılardan ve ayakkabıların çalınma riskinden kurtulmuş oluyorsunuz. Uygar bir şekilde poşetlerinizi taşıyorsunuz.
Ayrıca içeride, İngilizce, Almanca, Fransızca Caminin tarihçesini anlatan rehberler var. İstediğiniz soruyu soruyorsunuz. Çok kibarlar ve oldukça bilgililer.
Artık yemek zamanı. Bu iş için İstanbul’ un en iyi kuru fasulye yapan yerine gidiyoruz. Süleymaniye Cami’nin hemen arkasında, 1924′ den beri hizmet veren Erzincanlı Ali’nin yerine.
Yemekten sonra, tekrar yürümeye başlıyoruz. Yolun sonundan sağa dönünce karşımıza Darüzziyafe çıkıyor.
1550 yılında imaret binası olarak yaptırılmış.
Açıkçası bugün hiç bir özelliği yok gibi gözüküyor. Yemeklerini tatmadım ama, haksızlık etmek istemem.
Sultanahmet meydanına doğru yürümeye devam ediyoruz.
Her zamanki gibi muhteşem. Bugün Yerebatan Sarnıcı’nı gezmeye karar veriyoruz.
Giriş fiyatları yabancılara ve Türklere farklı uygulanıyor. Türkler 10.-, yabancılar 20.- Sarnıcın içine bir kafe açmışlar. Gerek var mıydı bilmiyorum doğrusu.
Uzun zamandır görmek istediğim bir yer vardı İstanbul’da. 1453 Panorama müzesi.
İstanbul’un fethinin, 3 boyutlu yaşatıldığı yer.
Güzel yapılmış bir yer. Savaşın dehşetini içinizde hissediyorsunuz burada. Tarih kitaplarında anlatılan toplar, burada tüm haşmetiyle karşınıza çıkıyor. O zamanlar elde edilen galibiyetlerin nelere mal olduğunu çok daha iyi anlıyorsunuz.
Burada da insan saçmalıkları, Türkiye’ ye özgü yüzünü gösteriyor.
Rehberlerden biri gökyüzündeki bulutları göstererek “ Fatih’ in yüzünün bulutların arasından kendini gösterdiğini” anlatıyor ciddi ciddi.
Kimse de çıkıp ” kardeşim o bulutları, bu müzeyi realize edenler yapmadı mı? ilahi güç bunun neresinde?” diye sormuyor.
Güzel bir şeyle karşılaşmanın keyfi, Türkiye’ de yaşadığımı hatırlayınca kaçıyor ne yazık ki.
Yanlış anlamayın, ülkemi çok seviyorum ama örümcek kafaları sevmiyorum.
Çıkışta Türk evlerine gidiyoruz. Türki Cumhuriyetleri yaşatan evler yapılmış.
KIRGIZ CUMHURİYETİ
ÖZBEKİSTAN CUMHURİYETİ
KAZAKİSTAN
AZERBAYCAN
TÜRKMENİSTAN
BAŞKORTOSTAN CUMHURİYETİ
Çoğu ülkelere ait evler kapalı durumda.
Bahçede tüm bu ülkelerin yemeklerinin yapıldığı bir restoran var. Değişik tatlar denemek için içeri giriyoruz.
Her şeyden biraz biraz tadıyoruz. Çok hoş bir fikir. Tüm bu ülkelerin yemeklerini aynı mekanda tatma şansı bulmak harikaydı.
Misafirlerimize gezdirmek istediğimiz bir yer daha var.
İstanbul’ a gelen herkesin görmesi gereken bir yer.
Varlığıyla gurur duyduğumuz bir yer.
RAHMİ KOÇ MÜZESİ.
John ve Wyman Müzeyi gezerken biz, İstanbul’un en keyifli ve elit yerlerinden biri olan
CAFE DU LEVANT da oturuyoruz
Bu mekandaki her detaya bayılıyorum. Servis kalitesi de harika.