KORSAN KOYU – GELİDONYA FENERİ

Kumluca’ da kalmadan yola devam ediyoruz. Papaz Koyunu geçtikten sonra, yeni bir koya geliyoruz.

Korsan Koyu….Harika bir yer, burada konaklayacağız.

 

Çevrede sadece günübirlik geldiği belli olan 2 araba var. Yerleştikten sonra, sevgilim dalmaya gidiyor.

 

Burada da  köpekler  bizi buldu. Hayvanlar kimin tarafından sevildiğini hemen anlıyor.

Gece herkes gidiyor.

Denizin sesi ile baş başa kalıyoruz.

Sabah erkenden denize giriyoruz. Koy sadece bize ait, su harika. Öğleden sonra insanlar gelmeye başlıyor.

Önce, daha sonra İstanbul’dan geldiğini öğrendiğimiz, 7 kişilik bir grup geliyor. Biraz ilerimize tepeye çadırlarını kuruyorlar. Yanlarında bir sepetin içinde yavru bir kedi ve büyük bir cam fanusun içinde deniz kaplumbağası var.
Kediyi, yavru olduğu için bırakamayıp yanlarına almışlar, kaplumbağayı ise doğaya bırakacaklarmış.

 

Bu arada Kumluca Belediyesi gerçekten yatılı misafir istemiyor.
Her yerde o levhalardan var.
” Karavan, çadır ve kamp yapmak yasaktır “
” Günübirlik piknik alanıdır “

Bu arada 2 adet yabancı plakalı karavan daha geldi. Biri Alman, diğeri İsviçre plakalı. Birlikte seyahat ediyorlar. Bize yaptıkları pastadan ikram ettiler.

Sonra üzerinde “Lets Go ” yazan bir camper geldi.
İçinden 2 tane genç indi ve bir tanesi hemen ağaçlar arasına bir ip gerdi ve çamaşır asmaya başladı.
Bir yere park eder etmez, hemen yapılan bu çamaşır asma eylemi dikkatimi çekti açıkçası.

Çamaşırların intizamla asılması bittiğinde, gençlerden biri yanıma gelip ” Görüntü kirliliği yarattığımız için özür dileriz, ama biraz daha asmasaydık kokacaklardı” dedi.

İşte ” Lets Go” nun sahibi olduğunu öğrendiğimiz Çağrı ve Devrim ile arkadaşlığımız bu naif sözlerle başladı. Hayatımda tanıştığım en kibar gençler hala.

Dün gece yalnızdık ama bu gece oldukça kalabalığız koyda. Kimseyi rahatsız etmeyen müzik sesleri dalgaların sesine karışıyor.
Sabah ayak sesleri ile uyandık.
Sırt çantaları ile önümüzden geçip giden insanlar vardı. Bu kişilerle selamlaşıp konuştuğumuzda Likya Yolu üzerinde olduğumuzu öğrendik.

 

Devrim’ in önerisiyle bizde yürümeye karar verdik.

Bulunduğumuz yerden Gelidonya Feneri 12 km. Tırmanma içeren bir etap olduğundan 4 saatlik bir yürüyüş planlıyoruz. 2 saat gidiş- 2 saat dönüş.

 

 

 

Tırmanmaya başlayınca, benim sigaradan dolayı nefesim kesilmeye başlıyor. Ama inatla yola devam ediyorum. Bu yürüyüşü tamamlayacağım.
Nihayet Fener gözüktü, son metreler…

 

 

Bütün uyarılara rağmen etraf çok pis. Her taraf yiyecek ve içecek atıkları, pet şişe kalıntıları ile dolu.
Buradan manzara harika.

Dönüş yolu için güç toplamak istiyorum. Yarım saat kadar dinleniyoruz.

Bu yürüyüş Çağrı ve Devrim ile aramızda çok hoş bir arkadaşlık gelişmesine vesile oluyor. Akşam yemeği birlikte yemeğe karar veriyoruz.

Bunun için de dönüş yolunda odun toplanması gerekiyor.

Benim sevgilim daha 3 ay önce bel fıtığı ameliyatı oldu, zarar görmesinden korkuyorum.

Dönüşte kendimizi denize atıyoruz.

 

 

 

 

Şimdi akşam yemeği  zamanı…………

Salatalar yapılıyor, peynir ve kavunlar kesiliyor, etler sucuklar hazırlanıyor. Mumlar yakılıyor.

 

Keyifli sohbetler yemek masasından, ateş başı muhabbetine dönüşüyor.

 

Hiç istemesek de yatma zamanı, yarın hepimiz buradan ayrılıyoruz. Telefonlar alınıp veriliyor.

Başka bir koyda veya İstanbul’ da görüşmek üzere karavanlarımıza çekiliyoruz…

 

 

E-bültene Abone Ol Merak etmeyin. Spam yapmayacağız.

Yazar

Gönül Gökalp

İlgili Yazılar

1 Yorum

Paylaşım için teşekkürler ama resimleri göremedim.

Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Hızlı yorum için giriş yapın.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Başka Yazı Yok

Kayıt Ol

VEYA

Zaten üye misiniz? Giriş Yap

Giriş Yap

VEYA

Henüz üyeliğiniz yok mu? Kayıt Ol

close

Bültene Kayıt Ol

About Us

Lorem Ipsum is simply dummy text of the printing and typesetting industry. Lorem Ipsum has been the industry’s standard dummy text ever since the 1500s, when an unknown printer took a galley of type and scrambled it to make a type specimen book.

It has survived not only five centuries, but also the leap into electronic typesetting, remaining essentially unchanged.