YAŞAMLA ÖLÜM ARASINDA MED-CEZİR
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
3 Ekim’ de, tam 70 gün önce duvarlara resim asmak ile ilgili bir yazı paylaşmışım sizlerle.
Yani, hayatımın nasıl altüst olacağını henüz bilmediğim, bundan tam 70 gün önce…..
O akşam,birlikte büyüdüğüm ve çok sevdiğim kuzenimin herkesin korktuğu o malum hastalığa yakalandığını ve 5 Ekim tarihinde hastaneye yatacağını öğrendim. Tabii ki yanında refakatçi olmak için gönüllü oldum.
5 Ekim günü hastaneye gitmek üzere hazırlanırken telefonum çalmaya başladı.
Telefonun ucundaki oğlum, bundan 20 yıl önce ayrıldığım, ama hala hayatta en yakın dostum olan eski eşimin, yani babasının, beyin kanaması geçirdiğini haber verdi.
Ve o günden beri tüm hayatımız değişti.
Foça’ da bir briç turnuvası sırasında meydana gelmiş olay. Foça Devlet Hastanesine kaldırılmış ama orada yapacak bir şey olmadığından ambulansla İzmir’ e yola çıkarmışlar.
O andan sonrası tam bir koşturmacaydı.
Daha net bir haber almak için açılan telefonlar, uçak bileti araştırmalar, ne kadar kalmamız gerekeceğini bilmediğimiz için hazırlanan valizler ve inanılmaz bir korku.
Sevgilim ve oğlumla beraber saat 17.00 uçağına bindiğimizde, birbirimizle bile konuşamayacak haldeydik.
Hastaneye ulaştığımızda, durumun korktuğumuzdan daha kötü olduğunu gördük. Tam beyin sapının orada bir damar yırtılmış ve tüm beyin kanla dolmuştu. Sonradan öğrendiğimize göre, bu tarz vakalarda hastaların %80’i olay yerinde kaybediliyormuş. Yaşama şansı ise sadece %4′ müş.
Acil anjiyo yapılması gerekiyordu.
Ne yazık ki bu ülkede hafta sonu, tatil günlerinde asla hasta olunmaması gerektiğini öğrendik. Ayrıca ağır durumda bir hastanızı hiçbir hastanenin kabul etmek istemediğini öğrendik.
Geniş bir çevremiz ve çok doktor arkadaşımız olmasına rağmen, İzmir’ de pazartesiye kadar hiç bir şey yapılamayacağını gördük.
Yine telefonlar, telefonlar, bitmek bilmeyen telefonlar…….
Sonunda her türlü riski göze alarak gece saat 22.00 de bir yoğun bakım ambulansı önde, biz kiralık bir araba ile arkasında İstanbula doğru yola çıktık.
Sabaha karşı 03.30 da ulaştığımız Yeditepe hastanesi ve yoğun bakım.
Sabah yapılan anjiyo ve önümüze serilen korkunç tablo.
Dokunmak bile tehlikeli.
İnanılmaz bir yırtılma, çok kötü bir kanama. Tek şanslı olduğumuz nokta, kanamanın anında pıhtılaşarak, damarın üzerini kapaması.
Tekrar telefonlar başladı.
Sonunda damar konusunda, dünyada sayılı isimlerden olan Civan Işlak’ a ulaştık. Anjiyo sonuçlarına bakınca O da ameliyat yapılamayacağını tekrarladı. Ama farklı bir teknik deneyeceğini, yırtılan damarın üzerine bir tünel örebileceğini bildirdi.
Ama Cerrahpaşa Hastanesinde ancak ayın 9′ unda yer olacaktı.
Yoğun bakım kapısında geçirilen saatler başladı yine.
Hiç bir şey yapamadan, pıhtının açılıp kanamanın yeniden başlayabileceğini bilerek, sevdiğiniz birini kaybedebileceğinizi bilerek beklemenin verdiği acıyı Allah kimseye yaşatmasın.
9 Ekim Cerrahpaşa’ dayız. Çok başarılı bir operasyon ve muhteşem bir sonuç. Tünel örüldü, başına drenaj takıldı. 3 saat sonra hastamız kendinde ve yine yoğun bakımda. Koma katsayısı 15.
Biz ise Samatya’ da günler süren gerginlikten sonra durumu kutlamaktayız.
Her şey yolunda giderse 10 gün sonra bir kez, 3 hafta sonra da tekrar bir operasyon geçirecek. Tünel daha sağlamlaştırılacak.
Hastanenin bahçesine bir panelvan araba çektik, içini yatak haline getirdik ve orada yaşamaya başladık.
Devlet hastanelerinde personel sıkıntısı olduğundan, tüm getir götür işlemlerini biz yapıyoruz. Kan götür, tahlil sonuçları al, malzeme al vs.vs….
Bir araba içinde yaşamamıza, gerekli hijyene sahip olmayan tuvaletlerle boğuşmamıza, tüm endişelerimize rağmen yine de mutluyuz. Günler geçiyor ve umutlarımız yükseliyor.
Ta ki 14 Ekim gecesi saat 05.00′ e kadar…..
Nöroşirurji 5. kattaki doktor odasında, genç bir nöbetçi doktor, hastamızın hastane mikrobu kaptığını, beyne yerleşen mikrobun menenjite neden olduğunu ve beyin sapında hasar olduğunu, komaya girdiğini haber verene kadar.
Koma katsayısı 4.
Yani en alt seviye.
Nasıl oldu bu?
Nasıl bu duruma geldik?
Olay olduğunda kaybetseydik bu kadar acı olmazdı belki. Ama bu kadar emek, bu kadar şans ve hastane mikrobu.
Tekrar başlayan, bu sefer umutsuz bekleyişler, denenen antibiyotikler, boğazında ve midesinde açılan delikler, MR lar, tahliller ve günde 5 dakikalık birer kişilik görüşler…..
Sonuçta bize açıklanan durum:
MENENJİT MİKROBU BEYİN SAPINA YERLEŞTİ, UYKU MERKEZİNİ ETKİLEDİ, BUNDAN SONRA HİÇ UYANMAYACAK…………..
Günler geçmeye başladı. Sanırım suçluluk duygusuyla, hastanede bize bir oda verdiler ve orada yaşamaya başladık.
Ne mi bekliyoruz?
Hastaneden çıkıp, bir bakım merkezine yerleştirilebilecek duruma gelebilmesi için stabil olmasını sadece.
Aradan tam 2 ay geçti. Bu arada servise çıkardılar. Bakıcılar tutuldu, 12 saatlik vardiyalarla bakan.
Ve 5 Aralık günü bir mucize gerçekleşti.
Bizi duymaya başladı. Tüm tıbba karşı, söylenen herşeye karşı, 2 aylık bir komaya karşı……………..
Bundan sonra neler olacak bilmiyorum.
Yavaş yavaş, hepimizin sağlığı için normal hayatımıza dönmeye çalışıyoruz. Artık evimize döndük. Yanında yoğun bakım hastabakıcıları bekliyor. Biz yine hergün gidiyoruz.
Kitap okuyoruz, konuşuyoruz, sevdiği müzikleri dinletiyoruz.
Bütün bu süreç boyunca, 15 yıl boyunca evli kaldığım, 20 yıldır hayatta en yakın dostum olan adama onu ne kadar sevdiğimi anlattım. Önce sevgili olarak, sonra kocam olarak, boşandıktan sonra da dostum olarak.
Duyduğunu biliyorum…………….
Ve bir kez daha bir şeyi çok net olarak anladım.
Ben çok şanslı bir kadınım.
Tüm bu süreçte, her anında yanımda sevgilim de vardı.Bazen beni eve gönderdi orada bekledi, moral verdi, oğluma destek oldu.
Onu ne kadar sevdiğimi, ne çok şey borçlu olduğumu bir kez daha anladım.
SENİ ÇOK SEVİYORUM SEVGİLİM, BENİ SEVDİĞİN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM……………