NEDEN HEP BAĞIRARAK KONUŞUYORUZ?
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Kamp faslını kapatmamızın ardından, yine erken saatlerde farklı bir koyda ve deniz kenarındayız.
Saatin erken olmasına güvenip ” nasıl olsa bu saatlerde kimse olmaz diye ” Yalıkavak’ a daha yakın bir yere geldik.
Gerçekten de, yabancı oldukları ilk bakışta belli olan bir çiftin dışında, başka kimseler yoktu.
Biraz sonra nereden çıktığını anlamadığım, iki tane uzak doğulu turist gördüm. Ellerinde bizim pazar arabalarına benzer bir şeyleri çekerek, kumsala doğru geliyorlardı.
“Acaba eşyalarını, havlularını bu şekilde mi taşıyorlar” demeye kalmadı, kendilerine tam deniz kıyısında bir yer seçtiler. Benim o pazar arabası zannettiğim şeyi açtılar. İçinden gerçekten de havlularını çıkardılar.
Sonra gözümün önünde, o garip şeyler birer şezlong haline dönüştü.
Lütfen , Türkiye’ de bunlara rastlayan birileri varsa söylesin, hemen gidip alacağım. Yoksa sonsuza kadar sussun.
Neyse, “eğer bulamazsak, böyle bir aleti nasıl yaparız ?” konuşmalarımıza sigara ve kahve eşliğinde devam ediyorduk ki…….
birden kumsalın dibine kadar yaklaşan bir araba sesiyle sıçradık.
Sol tarafımıza bir araba park etti. Ellerinden gelseydi, sanırım ön tekerleklerini bile suya sokarlardı.
Tam “neler oluyor, kim bunlar” derken, arabanın içinden bir grup insan çıktı.
Bu sıcakta, başları bağlı tamamen giyinik kadınlar, avaz avaz karılarına – çocuklarına emirler yağdıran erkekler ve nihayet her yaptıkları hareketi tüm koya duyurmak ister gibi çığlık atan çocuklar.
Her zamanki gibi kadınlar, geri kalanları doyurmak için hazırlıklara başlarken, erkekler ve çocuklar kendilerini suya attılar.
Yaşadığımız ülkenin üç tarafı sularla çevrili olmasına rağmen, ne yazık ki kimse doğru dürüst yüzmeyi bilmez. İşin kötü tarafı “yüzebildiğini” düşündüğü için de durumunun farkında değildir.
Şapada şupada, zorda kalınca ayağını basacağı yere kadar, köpekleme gitmeyi yüzme zanneder.
Bundan da garip olanı, arkasından gelmeye çalışan çocuklarına, karısına-eğer O da suya girmişse- uzaktan bağırmasıdır.
” Gelmeyin diyorum size, derin buralar, benim bile boyumu aşıyor “
Belki de çok şaşırmamak lazım.
Miras- mal paylaşımlarında, değersizdir, para etmez diye, hep kızlara verilirmiş deniz kenarındaki tarlalar.
Bu yüzden tatil yörelerinde, damatlar zengindir bizde.
O saatten sonra, sohbet etmek bittiği gibi, gazete -kitap okumanın bile imkanı kalmadı. Hemen her yerde okumayı becerebileceğini iddia eden ben bile bir süre sonra teslim bayrağını çektim.
Elimdekileri bırakıp düşünmeye başladım.
Bu çocukları böyle bağırmaya, çığlık atmaya iten neydi?
Neden avaz avaz bağırıyorlardı?
Sanırım her şey öğrenmekle ilgili.
Bizim seyrettiğimizin farkına varan babaları, çocukların çığlıklarından, daha yüksek bir sesle onlara
” susun, yoksa döverim ha “ diye bağırıyordu.
Tabii ki karadaki annelere, yüksek sesle verilen yemek talimatlarını saymıyorum bile.
Herhangi bir tatil yerinde Türk çocuklarını, diğer çocuklardan hemen ayırırsınız.
Kimse sağır olmadığına göre, peki neden herkes birbirine bağırarak bir şeyler anlatmaya çalışıyor?
Özgüven eksikliği mi?
Yoksa toplum olarak, bağıran, tehdit eden, daha yüksek ses çıkaranları dikkate almayı, çocukluğumuzdan itibaren görerek öğrendiğimiz için mi?
Ne dersiniz?